ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSER GÜNÜ
- Nusra Sude Duman
- 27 Nis 2018
- 2 dakikada okunur

On Dört Şubat Sevgililer Günü, ya da Sevgiyi Pazarlama Günü desek daha doğru olur. Her yıl bu zırvalığa karşı hediye, sürpriz telaşesi içinde birçok kişi görüyoruz. Hatta bazıları olayı abartıp aylar öncesinden başlıyor bu saçmalığa:" Acaba ne alsam, ya beğenmezse? " gibi düşüncelere kapılıveriyoruz. Peki gerçek sevgiye sahip olabilseydik, böyle şeylere takılır mıydık sizce? Gerçek sevgiyi yaşasaydık içimizden geldiği gibi davranırdık. İkinci adımımızı düşünmezdik. Tüm sevgimizi sevdiğimize verirdik, o gösterişli, pahalı hediye paketlerinin içine hapsetmezdik. Üç yüz altmış beş günün üç yüz altmış dördünü bugün için harap etmezdik ya da. Zaten gerçek sevgiyi bulamadığımız için başvurduk bu yola. Çölde seraptır çünkü sevgi. Ararsın, bulduğunu sanar ve yanılırsın. Bir döngü içinde yanar, küllerinden yeniden doğarsın. Nerdedir peki sevgi, nasıl yaşanır?
Gerçek sevgiyi bakışlarda yaşarız, yalnız o odakta olur. Dile getirdiklerimiz bile sevgiyi ölçemez. Hassas terazi gibidir çünkü, yüreğimizle aynı olmaz ağzımızdan çıkan her söz.
Ama sevgi denilince aklınıza yalnızca sizin bildiğiniz bir ibareyle AŞK gelmesin. Ben sevgiye ilk kez bir çocuğun avuçlarında rastlamıştım. Küçük, yaralı bir kuşu yine o küçük ellerinde sevgisiyle tedavi etmişti. Merhameti, yaralarına merhem olmuştu kuşun. Ancak en büyük sevgi onu özgür bırakmış olmasıydı. Tıpkı bizi çok sevmelerine rağmen bizden ayrılmak zorunda kalan ailelerimiz gibi.
On dört şubatı anladık da peki on beş şubat? Her aydınlığın sonu yine aynıklık olmuyor malesef. Hüzün kokulu hastane odalarında acı çeken, bazen de can veren, hiçbirinin hikayesini bilmediğimiz sayısız hasta var. Bunlardan bir kısmı da çocuk. Benim çocukluk tanımımla pek uyuşmaz bu çocuklar. Çocuk dediğin sokağa çıkıp bir evi olduğu aklına gelene kadar oynayacak, kimi zaman düşecek ve yarasının kabuk bağlamasını bekleyecek, bu düşmeler yüzünden pantolonun dizleri yamalı gezecek. Eve geldiğindeyse annesinden bir ton azar işitip, doğruca banyoya sürüklenecek. Ağlayacak ama iki dakika sonra gülmesini bilecek.
Ama bu çocuklar öyle değil. Özgürlükleri pencerelerinin görüş alanı içerisinde sınırlı. Oyun arkadaşları da yok. Ayrıca gülümsemelerinde de bir burukluk seziliyor. Hayalleri kısıtlı üstelik. Bir de tedavileri boyunca çektikleri acılar... Kimisinin o güzel saçları çalınmış, kimisinin canlı rengi, koparılan bir çiçek gibi solmuş. Peki onların küçücük yüreklerinde besledikleri kocaman umut nereden geliyor? Bizden tabi ki. Onlar her defasında belki içimizden birisi yardım eder diye umutlanıyorlar. Umut çare değil elbet, ama çareden de kuvvetli bir his çünkü. Bazılarının arzuları sonuç bulsa da çoğu halen soğuk hastane duvarları arasında suçsuz yere mahkum hayatı yaşıyor. Hem de hayatlarının baharında, küçük yaşta.
Benim görüşlerime katılmayabilirsiniz. Sizin için on dört şubat özel olabilir. Ama on beş şubat da özel olmalı bence. Onları unutmamalısınız. Eğer unutursanız sevginizi yitirmişsiniz demektir. O zaman da Sevgililer Gününün bir anlamı olmaz zaten.
Görüşmel üzere!
Comments